Geçtiğimiz yazımızda “Nereden?” diye sormuştuk, şimdi ise sırada “Nereye?” var.
Zoru, imkânsızı anlayamayan; kolayı da “kolay” zannedenlere fırsat vererek, belki onlar da bu heyecanı yaşar ve daha başarılı olurlar diye düşündük. Bayrağı onlara devrettik. Ama görüyoruz ki, hazıra dağlar dayanmadı.
Yedek kulübesinde ilk 10–15 dakika hava ve caka satmayı maharet sayanları çok gördük. Oysa sahada 90 dakika ter dökenlerin hakkı, mücadele edenlerindir. Yedek kulübesinde 70–75 dakikayı geçirenlerin, mücadele ruhuna ne kadar katkısı olabilir?
Benim en büyük sorunum anlaşılmamak. Ama bu konuda kendimi zorlamam. Hakkımda kim neye inanmak istiyorsa, inansın. Sorarlarsa söylerim elbet… Ancak karar vericiler, filmi ya ileri sarıyor ya da tam ortasında koparıp atıyor.
Bilge mimar Turgut Cansever’in dediği gibi:
“Şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz, ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder.”
İmar, ihmal ve ihya… Bu kavramları nasıl tanımladığınıza göre her şeyin yönü değişir azizim. O “er meydanı” var ya… Hakkı hak edene vermediğiniz sürece, elemeyip elekte tuttuğunuz “aziz” bile harcanır bu düzende.
Birkaç örnek, hafızamız taze kalsın diye:
- 
Akhisarspor’un “köftecilerin takımı” denildiği günleri hatırlayın… O takımın hocası Hamza Hamzaoğlu, Real Madrid’in hocası Del Bosque’yi geçti.
 - 
İspanya’yı dünya şampiyonu yapan Aragones’e “yaşlı-bunak” dediler.
 - 
Almanya’yı dünya şampiyonu yapan Löw’ü bir sezonda iki kez kovan futbol kültürümüz hâlâ akıllarda.
 
Gerçek olan şudur: İşi ehline vermek gerekir. Er meydanı da ancak hak edene hakkı verildiğinde bir anlam taşır.
Yaşananları yazmaya ömür yetmez belki… Ama biz yine de “Ya nasip” der, işimize bakarız. Hep hayrımızı aradık; bizim için olan her işte hayır olduğuna inandık. Ve bir şeyi asla unutmadık:
Nesli ihya etmeyi ihmal etmeyiz.
Şimdilik bir virgül (,) koyuyoruz…
Kalın sağlıcakla.

											
										
											
										
											
										
YORUMLAR